Öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğin için teşekkür ederiz.Bize kendinden biraz bahseder misiniz? Kimdir Onur UNCU? Kendini nasıl bir insan olarak görür, nasıl tanımlar, olmazsa olmazları nelerdir?
Öncelikle bana bu onuru bahşeden Gsbasket ailesine ben teşekkür ederim.Girişi en zor soruyla yaptığımızı düşünüyorum.Zira insan zamanının ciddi bir bölümünü benliği hakkında düşünerek geçirse de çevresinden kendisiyle alakalı duyduğu karakter betimlemelerinin yerindeliğine erişemeyebiliyor.Git-gellerle doluyuz temelde.O sebeple kuracağım cümlelerin doğruluğu güvendiğim gözlerden aldığım dönüşleri aratabilir.22 yaşındayım.Üniversiteyi Temmuz ayının ortası itibariyle bitirdim.Üniversitenin başında zamanı özgürce planlayabilme şansına erişmem en büyük mutluluğumdu.Bu sayede önce zihnimi berraklaştırdım,zamanla ise sevdiğim şeyleri keşfederek kendime farkında olmadan şekil verdim diyebilirim.Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler okudum,iş hayatı ve gelecekle ilintili bana ne getireceğini kalın çizgilerle betimleyemesem de Proust’a selam yollayarak ‘’keşfin esas amacı olan yeni gözlere sahip olabilmek’’ adına bölümün önemli kazanımlar sağladığını düşünüyorum.Tercihimden ötürü mutluyum.Soyut çizgilere gelecek olursak bilhassa sevdiğim alanlara dair takıntılı olduğumu söyleyebilirim.Takıntı insanı dar kalıplara sürükleyebiliyor,bu noktada takıntıyı gelişime çevirebilmek adına yegane artım takıntılı olduğumu kabul etmem muhtemelen.Zihnimde olabildiğince güzel şeylere yer vermeyi,anın değerini eksiltmemeyi amaç ediniyorum.Bunun yanında her insanın özgün bir gerçekliğe ve öznel şanslara sahip olduğunun farkındayım.Narsizmin ileri boyutlarına götürmeden kendimi sevmeyi ve çevremi zenginleştiren hemen her şeye verdiğim pozitif değeri hissettirebilmeyi yegane doğrum olarak belirledim.Şöyle ilginç bir anektodla noktalayım,hayatımın bu bölümüne kadar hep geç tanıştığım şeyleri daha çok sevdim.Galatasaray ve Galatasaray basketbolu bu bağlamda istisnai bir yerde duruyor.
Galatasarayla ile tanışmanı bize anlatır mısınız?
90 kuşağında farklı takımları tutan ailelerin Galatasaraylı çocukları görece arttı.Bilhassa okul hayatımda,zamanla ise sosyal hayatta bu kanıya vardım.Fakat benim Galatasarayla tanışma hikayem görece alışıldık.Gerek baba tarafım gerekse anne tarafım Galatasaraylılığı gelenek haline getirmiş aileler.Bilhassa dayılarım ve kuzenlerim Galatasaraylılığı erken yaşta içselleştirmemde önemli rol oynadılar.Annem ve babamın öğretmen arkadaşlarından da aldığım sinerjiyi yükselten tepkiler sayesinde 1997-1998 şampiyonluğunu hayal meyal hatırlıyorum.Bu bağlamda kendilerine müteşekkirim ve zihnimde hayli canlılar.
Galatasaray’la tanışılabilecek en güzel zamanda tanışan şanslı bir nesiliz kabul edelim ki.Yaşıtlarının çizgi film kahramanlarını idolleştirdiği dönemde futbolcularımızı,etten kemikten insanları kahramanlaştırma şansına erişmek bizleri pek çok yönden geliştirdi tahminimce.Çocuksu mutlulukların yanına hayatın akışı içinde yer alan mutlulukları ekleyebildik.1998-1999’da Sami Yen’de Fenerbahçe’yi Okan Buruk ve Hakan Şükür’ün attığı gollerle 2-0 yendiğimiz derbi ise futbol hafızamın başlangıç noktasını oluşturuyor.Show TV’nin stada yaptığı bağlantı esnasında Oğuz Tongsir’in sesinden şans eseri ilk golü dinlediğim anlar dün gibi aklımda.O yıllarda Fenerbahçe’nin Televole ve yeni yeni gelişen –keşke bu kadar gelişmeseydi- popüler kültür araçları vasıtasıyla öne sürüldüğünü fakat takımca çok daha esaslı durduğumuzu hatırlıyorum,bu çıkarımı yapmıştım.Zaten sezon sonları her daim yüz güldürüyordu.Bu arada aynı sezon İnönü’de aldığımız 1-1’lik beraberlikle en keskin virajı döndüğümüz gün Beşiktaş’ta ailece çay içmiştik.Dönüş yolunda Şifo Mehmet’in attığı golle beraberliği yakalamalarına hayli bozulmuştum,o yaşta biraz da kibirli büyürken öne geçtiğimiz maçı kazanamamak pek kabul edilebilir değildi.Şimdi olsa elbette farklı yaklaşırım,elime fikstür alıp puan hesabı yapmam sonraki yıllarda başladı.1999-2000’i ise 39 derece ateşle evde teleteksten takip ettiğim Kadıköy galibiyetinden tutalım her biri ayrı anı doğuran Şampiyonlar Ligi ve UEFA maçlarımıza kadar betimlemeyi çok isterim fakat onun için Gsbasket ailesinden 3 röportaj teklifi daha almam gerekir.
Klasik olacak ama forumla tanışma hikayesi, yazma kararı alması... (Malum ben de dahil bir çok kişi forumu takip etmeye başlaması ile yazma kararı alması aynı olmayabiliyor) Forumun en eskilerinden olan bu genç, geçmişten günümüze forumdaki değişimi nasıl yorumluyor? Sorunlara ilişkin bir reçete yazması istense reçetede neler olur?
Çocukken bir yaz hayli istekli gittiğim basketbol kursunda bölüm bölüm basketbol ligi hakkında konuşuyorduk.Yıl 2001’di diye hatırlıyorum.Tatile gittiğimiz için sonrasında kursu bırakmıştım.Kurstaki pek çok arkadaşım kulüp takımlarının basketbolda var olduğunu dahi bilmiyordu.Futbolda ayrı,basketbolda ayrı takım tutmak gibi bir gelenek vardı çocukluk kalıplarıyla anlatmak gerekirse.99 ve 2000 bölümünde Tofaş’ın David Rivers’lı,Rashad Griffith’li takımı beni fazlasıyla heyecanlandırırdı.Efes ve Ülker’e göre 3-4 adım öndelerdi gözümde.İşte Galatasaray’ın basketbol takımını keşif sürecim de burada başlıyor.Tofaş’ın ligde üste üste ikinci şampiyonluğunu ligi sürklase ederek kazandığı sezonda yaşadığı en karanlık güne eski düzenlemesiyle Abdi İpekçi ev sahipliği yapmıştı.Arkadaşlarına Tofaş’ı özgün bir dille anlatmaktan keyif alan ben o skora ve oluşan görüntüye üzülemeyince bir farkındalık yakaladım.Takım parasal krizler sebebiyle dağılsa da;yerine göre finali zorlayabilecek Orhun’lu,Kerem’li kadrolar sezonu hep play-off’un başında buruk şekilde noktalasa da olimpik sporların mevzu bahis olduğu ortamlarda yegane gerçekliğimin Galatasaray olduğunu anladım ve basketbolda farklı takım tutan arkadaşlarım gözüme fazlasıyla eksik gözükmeye başladı.Tabi onlar kadar ben de eksiktim zira Galatasaray basketbolunu takip eden tek çocuk olduğumu düşünüyordum o günlerde.Bu noktada kadın basketbolda yaşadığımız 2013-2014’le birlikte benim için Galatasaray basketbolunun unutulmaz sezonu olan 2002-2003 aynı zamanda Gsbasket’le tanışmamı içinde barındırıyor.O sezon içeride oynadığımız Göztepe maçında forumun pankartını tribünde görmemle yanan ampul yine dün gibi aklımda.Maçı eskiler için somutlaştırmak adına Zaza Enden’in tribündeki varlığını ve alışıldık dengesizlikleri sebebiyle oluşan gerginliği hatırlatabilirim.Tabi güzel günlerdi demekten kendimi alamayarak.Sorunun ikinci kısmı içinse toplumca sosyal medya bağımlılığımızdan tutalım Gsbasket’in bilhassa kadınlarda yaşadığımız efsane sezonun ardından zihinlerde yeniden tartılmaya başlanan Galatasaray basketbolu için yeri ve önemine kadar türlü parametreler cevabın içeriğine yön verebilir.Fazla uzatmamak ve dağılmamak adına naçizane şu öneride bulunmak istiyorum.Foruma yazı yazarken insanlarla yüz yüze konuşuyormuş gibi düşünelim.Zira forumdaki sanal tanışıklıkla yetinirken ciddi şekilde antipati beslediğim kimi insanları yüz yüze tanıştığımızdan beri Abdi İpekçi’de her gördüğümde ciddi şekilde mutlu oluyorum.Forumdaki çoğu insan teşbihte hata olmaz,şeker gibi insanlar.Gsbasket nihayetinde sanal bir ortam,fakat gerçeğe en yakın sanal ortam belki de.Şayet arada ciddi mesafeler yoksa ve Galatasaray’ı yerinde takip etmeyi,Galatasaray’a etki etmeyi seviyorsanız burada yazıştığınız insanlarla kısa vadede tanışma ihtimaliniz çok yüksek.
Kendisinin hafızasının "fil hafızası" kıvamında olduğunu biliyoruz. GSBasket.Org'a dair anılarından bir derleme yapsa, "şu günler çok güzeldi, şu olayı unutamıyorum, şu muhabbetler çok sarardı..", hangilerini bize aktarabilir?
Sorunun ilk cümlesindeki övgü için teşekkür ederim,teveccühünüz.Önem verdiğim hiçbir şeyi unutmadığım ve bu bağlamda insanlar için bölüm bölüm korkutucu gözüktüğüm doğru.Neyse ki Gsbasket bünyesinde bana benzeyen insanlarla tanışabildim ve kendimi normalleştirebilmek içimi rahatlattı.Gsbasket’i yaşayan,dinamik bir ortam olarak görürsek Gsbasket’le olan ilişkimizi,bağımızı da insan ilişkilerine bir parça benzetebiliriz diye düşünüyorum.İnsan ilişkilerinde dostluklar elbette olgunlaştıkça güçleniyor.Fakat söz konusu olan tutkulu bağlarsa insan bilhassa günümüz şartlarında heyecanını kaybetmeye fazlasıyla müsait oluyor.Galatasaray basketboluna dair heyecanımı hiçbir zaman kaybetmedim.Gsbasket’le olan bağımı da dostluk/tutku dengesinde görüyorum.Halen daha girerken bir heyecan,geleceğe dönük umut ve beklenti oluşuyor.Pek tabi yazılarını okumaktan keyif aldığım insanların adım atıp atmadığı da önemli bir merak uyandırıyor halen.Fakat internetin gelişimi ve Galatasaray basketbolunun Galatasaraylıların yeni nesline mal olması süreci henüz doğmamışken forumda bir avuç olunan günlerin bendeki yeri ayrıdır diyebilirim.Anıdan ziyade insanları hatırlamak daha cazip geliyor şu an.Onursal Ok,Murat İnal,Semih Ural,Onur Duran,Murat Kutluğ,Arda Ezer,Önder Çiçekoğlu,Viçen Bitlisyan,forumumuzun sevgili çifti Esra Gerçek-Fırat Uzun…Maç günleri hepsi salondan gelip de foruma izlenimlerini yazsın diye iple çekerdim.Mola bölümünün müdavimleri Pınar abla,Özlem Nokta ve yine o dönemden buraya Gsbasket’in çevresinde bir şekilde bulunan Can Bulubay ve Emre Sarp Kocaoğlu’nu unutmak olmaz.İlk nesil sonrası Gsbasket’in bir nesil daha olgunlaştırdığını,benim üçüncü nesile mensup olduğumu ve neredeyse ‘’abi’’ mertebesine ulaştığımı da belirtelim.Erkek basketbolda 2003’te unutulmaz Fenerbahçe serisi öncesi yapılan fikir jimnastikleri,Gsbasket’in Galatasaray basketboluna dair ilk ve yerine göre tek haber alma fırsatı olduğu günler,Önder abinin (Çiçekoğlu) kadın basketbol maçlarında laptopuyla yaptığı canlı yayınlar –ki günümüzdeki sıradanlaşan aplikasyonlara aldanmayalım,internet adına ilklerdendir- heyecanın tazeliği ve özlüğü itibariyle benim için hep ayrı bir yerde olacak.Bunun yanında Oktay Mahmuti’yle yaşadığımız 2 sezon,Euroleague’e kaldığımız günler ve öncesindeki yaz boyunca hepimizi saran heyecan,geçtiğimiz sezon kadın basketbol takımımız tarih yazarken haydi biraz daha dayanın minvalindeki samimi mesajlar zihnimden yaşamım boyunca silinmeyecek.Pozitif enerjiyle ve birbirimizin zihnine dokunarak bir yığın anı doğurduk,hepsi benim için büyük kazanım.
Sayın Uncu da GSBasket.Org'da büyüyenlerden biridir. Kendisi geçtiğimiz günlerde mezun olmuş diye duyduk, hayırlı olsun. Duygularını bizle paylaşabilir mi, hayatında bir şey değişti mi?
Teşekkür ederim,Temmuz ayının ortalarında son dönem 14 ders vererek mezun oldum.Finallerde epik bir performans gösterdiğim,şansımın da yanımda olduğu söylenebilir.Duygularıma gelirsek ilk sorunun cevabında da belirttiğim üzere üniversite hayatım boyunca zamanı özgürce programlayabilmek,sevdiğim şeyleri keşfetmek ve onlara hakkını vererek zaman ayırabilmek temelde en büyük mutluluğumdu.Üniversite sonrası genellikle ‘’ben ne iş yapacağım sorusu,şayet geleceğe dair atılması planlanan sert adımlar varsa bunların yarattığı psikolojik baskı ve bir parça bunalım’’ olarak lanse edilirdi.Üniversite yaşamımı ve hedeflediğim Yüksek Lisans sürecini bir bütün olarak ele aldığımdan bu psikolojiye girmedim,girmemek için de çabalayacağım.Zira olumlu anlamda bir getirisinin olmamasının yanında anlardan çalacağını düşünüyorum.Yegane değişiklik muhtemelen sosyal hayattaki çevremde yaşanacak.Yaşıtlarımdan iş hayatına bir yerinden atılmayı seçenler,bu bağlamda çevresi değişecek olanlar;yurtdışı tercihi yapanlar olacak.Bu değişimin,dönüşümün beni ne ölçüde etkileyeceğini yıl içinde göreceğim.Şimdilik kimi öngörülerle yetiniyorum ve psikolojik anlamda mezuniyet sonrasının zorluklarını yaşayanlara naçizane yardımcı olmaya çalışıyorum.
Eğitimden devam edelim.. Eğitim politikamız gereği gençler ya üniversitede istedikleri bölümde hayatına devam edemez ya da iş hayatına atıldığında aldığı eğitimden uzak bir alanda devam eder... Bu konuda ideallerime ulaştım diyebilir mi, kariyer planını belirginleştirdi mi?
İdeal kavramının 12 Eylül 1980’le,ekonomi-politiğin yegane belirleyici dinamik haline gelmesiyle ve oluşan kaygan piyasa-tüketim dengesiyle tarihe karıştığını düşünüyorum.Bir yardım kuruluşunda çalışmak gibi radikal bir karar vermediğim takdirde ise insanlar,daha doğrusu insanlık için sınırlı dokunuşlarda bulunabileceğimin farkındayım.Bunu kabullendim ve zamanın ‘’esaslı’’ bir yaşama ne ölçüde izin vereceğinin farkındayım.O sebeple aktivistlere,düzenlerinden ve duvarlarından kurtuldukları için önlerine dışarıdan müdahaleyle duvar örülen insanlara saygısızlık yapmamak adına ideal kavramından uzak durmayı yeğliyorum soruyu cevaplarken.Kariyer ise günümüzle daha bağdaşan bir sözcük.İkinci dili (Rusça) ilk dilden,bir yerde ana dilden (İngilizce) önce öğrenmem sebebiyle bu yıl Yüksek Lisans’a hazırlık süreci söz gelimi Anadolu Lisesi’nde hazırlık görebilmiş bir insana göre meşekkatli geçecek.Biraz da hayatın bu döneminin keyfini minimize etmemek adına donanım sahibi olmayı tecrübenin önüne yerleştirdim.İş yaşamına yurtdışında başlamak gibi bir planım olduğundan görece az hasarla,yumuşak bir geçiş yapmayı umuyorum.Kariyer planım dışarıdan bakıldığında belirgin gibi gözükse de piyasaya sürekli yeni çalışanların çıktığı ve patronların da kuralına göre oynadığı,kibarca referansın iş bitirici olduğu bir ortamda hareket alanı geniş bir bölüm okumuşken kariyer planım belirgin demek güç.
Galatasaray Futbol Takımı mı, Galatasaray Basketbol Takımı mı? Hangisi daha çok anlam ifade ediyor? 23 sene aradan sonra gelen şampiyonluğu, Galatasaray ile ilgili olan anıları arasında nereye koyar?
Soru hayli zor.Galatasaray’a daha bütüncül yaklaşmayı tercih ediyorum.Kulüpte öyle bir başarı geleneği var ki iki doğru adımı arka arkaya attığımız takdirde başarı bize koşarak geliyor.Kulübün ana dinamiği futbol takımı.Basketbol kendi parasını üretip döndüremediği için futbolda başarılı olmak zorundayız.Kabul edelim ki futbol takımının başarılı olması da Abdi İpekçi’yi yukarı taşıyor,rahatlatıyor,keyiflendiriyor.Fakat son dönemde –Passolig sonrası daha da belirginleşeceğini umuyorum- Galatasaraylılığın ve Galatasaray tribününün kalbi Abdi İpekçi’de atıyor.Basketbol kültürünü 90 neslinin Galatasaray’a bağlılığı ve sinerjisiyle birleştirdik ki sevilen bir forum üyesinin tabiriyle ‘’futbolda şike sürecinin verilmeyen cezaları sonrası başarıda dahi stres yaşarken Abdi İpekçi’de TBF’ye rağmen mutluluk salgılıyoruz”.23 sene sonra şampiyonluğa ulaştığımız günlerde Taksim’de olan,cesaretiyle sokağa çıkan,Gezi Parkı’nı güzelleştiren,metropollerdeki yabancılaşmayı tarihe karıştıran herkesi çok seviyorum.İnsanlar için endişelendiğimden şampiyonluk maçında dahi 40 dakikayı konsantre geçirmekte zorlandım.Maçın tarihi bilindiği üzere 15 Haziran’dı.Şampiyonluktan 2-3 saat sonra yaşanan vahşet malumunuz.Ergin Ataman’a,Boniface Ndong’a,Manuchar Markoishvili’ye,Cenk Akyol’a teşekkür ediyorum.Belki de bir şeyi haddinden fazla hayal etmemek lazım çıkarımını yaparak en uzun süreli hayalimin gerçekleştirdiği günleri endişeyle özdeşleştirenler;talandan beslenen ekonomi yerin dibine girsin diyorum.
Şimdiki dönemi o eski 3 numarasız sezonlarla karşılaştırdığında hangisinden daha çok keyfi aldı ?
Markoishvili Galatasaray basketbol tarihinde en sevdiğim isimlerden biri olacak.Gözümde simgeleşmişti,varlığı Abdi İpekçi’ye gitmek için başlı başına sebepti.Keza Cenk Akyol’un bu sezonun sonunda geri dönmesi yegane beklentim.Aynı sezonda ikisini birden kaybetmek içimi fazlasıyla acıtacaktı,değişen yabancı kuralı ve o bölgeye yaptığımız yığınak ayrılığı nispeten kolaylaştırdı.
Ergin Ataman'ı Galatasaray Basketbolu'nda nereye koyar?
Galatasaray basketboluna dair 13 yıllık hafızamın gördüğü en başarılı insan.Galatasaray basketbol şubesi entrikalardan çekti maalesef.Adım adım gelişmeyi strateji edinen taraftarını kırdı,enerjisini çaldı.Kendisi bu anlamda da geri adım atmayan,başarı apoletini güzel lanse ederek;şubenin kurallarına göre oynayarak bir şekilde gemiyi yürüten ve burada olmak isteyen bir karakter benim gözümde.Oynattığı basketbola dair basitçe tarz anlamında hoşnutsuzluklarım olsa da başarıya bu denli yakınken takımın başında kalmasının kısa vadede hepimizin faydasına olduğunu düşünüyorum.
Ekrem Memnun hakkında ne düşünüyor?
Kulüpte kalması şartıyla isterse bir daha Galatasaray maçı izlemem,isterse bir daha sinemaya gitmem,isterse bir daha müzik dinlemem,isterse bir daha seyahat etmem.Neruda’nın tabiriyle yavaş yavaş ölürüm.
Carlos Alberto Arroyo Bermudez hakkındaki görüşlerini alabilir miyiz?
Şampiyonluk için,büyük oynadığı günler için teşekkür ediyorum.Bölüm bölüm Avrupa basketbolunu hissedemediği kanısındayım.Şampiyonlukla veda etmesini dilesem de tarafımdan gelecek nesillere anlatılırken 3-4 cümlenin ötesine geçmeyeceğini öngörüyorum.
* JR Koch?
2003’teki Fenerbahçe serisinin 5. maçında attığı 35 sayıyı hayatım boyunca unutmayacağım.Sık hatırlıyorum,her hatırladığımda o günkü keyfi alıyorum.Buradan bir kez daha dillendirmek istiyorum,maçın tamamına erişebilen ve benimle paylaşabilen insanın çocuğunun okul masraflarını karşılamaya talibim.Bu arada Jason Robert Koch yarı finaldeki Efes Pilsen serisinde de atmayı sürdürdü,fakat tribün salonda değildi.Tribün 4 yıldır hep salonda,4 yıldır ligin en belirleyici takımının kim olduğu malumumuz.
Elinde yetki olsaydı bu son final serisinde ne kararlar alırdı kulübü adına ?
5. maça kulüpçe daha tedbirli çıkardım açıkçası.Soruya verebileceğim kalan tüm cevaplar final serisinin öncesindeki süreci de kapsıyor.Zira kadın baskette şampiyonluğun bize yar olması erkeklerde bir şeylerin ters gideceğine,acısının çıkacağına işaretti bana kalırsa.
Giderlerini karşılayamayan basketbol şubesi ile ilgili bir çözümü var mı ?
Çözüm önerilerim Türkiye şartlarında ütopik.Israrla var olmayan paranın harcandığı bir ekonomik sistemde suyun akıp yolunu bulacağını umuyorum.
Zamanda yolculuk mümkün olsa, hangi Galatasaray maçını yaşamak ister?
17 Mayıs 2000.Kopenhag’da olmak şartıyla.Ayrıca kadın basketbolda 99-2000 yılında aldığımız şampiyonluğu da yerinde izlemek,yaşamak isterim.2002-2003 serinin 5. Maçını da yinelemekten zarar gelmez.
"Bir kitap okudum hayatım değişti" diyebileceği bir kitap oldu mu ya da "her insanın ölmeden okuması gereken kitaplar listesi" var mı not defterinde? Aşk üzerine bir kitap yazsa, eserin en can alıcı cümlesi ne olur?
Alandan ilerlemek istiyorum.Zira insanlığa dair güzel hikayelerle tanışmış olmakla birlikte tanımlanması zor bir zamanda yaşıyoruz ve hayatımızı değiştirebilmek için bugünü anlamak zorundayız.Son cümlenin gelişimi klişe kokuyor fakat ideolojik yanılsamalarla insanların yönlendirildiği ve ideal peşinde koştuğu bir dönemde gerçeklik arayışı için başka şansımız yok bana kalırsa.George Orwell-Hayvan Çiftliği,Naomi Klein-Şok Doktrini ve Eric Hobsbawm-Aşırılıklar Çağı naçizane önerilerim.Ayrıca 22-25 yaş arasını biraz daha edebi okumalara ayırmak istiyorken bu soruya muhtelif zamanlarda yeniden cevap vermem faydalı olacaktır.Aşk üzerine şu aşamada sadece gelecek zamana odaklanmış durumdayım.
Hayatında "keşke" dediği anlar oldu mu hiç?
Oldu.Fakat derin bir nefes alıyorum,onun keyfini çıkartıyorum ve ileriye bakıyorum.Zira takıntılı bir insanken öz eleştri yapmama şansınız olmuyor.
Ülke sorunlarına duyarsız bir kuşağın ferdi olarak Gezi Direnişi hakkındaki düşünceleri, izlenimleri... İçlerinden biri olarak kendi kuşağını değerlendirmesini istesek?
12 Eylül 1980 sonrası ülkede düşünsel anlamda nefes alınabilen,faşizmin ve neo-liberalizmin kalıplarından sıyrılarak düşünülebilen;gözlerin geliştiği 3 aydı benim için 2013 yazı.Düşünmeye başladık,bize dayatılan algı ve yaşam ezberinden sıyrıldık,yabancılıktan ve yalnızlıktan kurtulduk,aleladelik bir kenarda kaldı ve en önemlisi her yanımızı kuşatan anlamsızlık dağıldı.Düşüncenin başlangıç noktasındayken beklenen müdahale geldi,zira Park’ta geçen 15 gün ve hemen her alanda üretilen değerler bu zamanın devlet ve piyasa algısı için fazlasıyla tehditkardı.En mutlu hatırlayacağım,tanıdığım simaları asla unutmayacağım ve o soluğu bir kez olsun alamayanların hayatlarının sonuna kadar telafi şansları olmayan bir eksikliğe mahkum olduğunu düşündüğüm 3 ay olarak betimliyorum Gezi Direnişi’ni.90 kuşağına dair yapılan düşünsel anlamda bütüncül olamadığı,çarpıp dağılan bir yığın irili ufaklı bilgiye sahip olunduğu eleştrilerine katılıyorum.Ek olarak farkında olarak ya da olmayarak sürekli bir anlam arayışının var olduğunu düşünüyorum.Bunun yanında görece gözü açık büyüyen ve içeriğin kalitesi tartışılır olmakla birlikte gülmeyi eski kuşaklara kıyasla daha çok becerebilen,hafif sosyopat bir kuşağız.Son olarak 30 Mayıs 2013 akşamı metroda karşılaştığım,bizim nesile dair oldukça sert eleştriler yapan ve hemen her taşlamaları tarafımca onaylanan 60-70 yaşlarındaki direnişçi çiftle Gezi Direnişi’nin sonrasında tekrar karşılaşabilmek isterdim.Gözlerinde oluştuğuna emin olduğum ışıltı benim için çok değerli.
Yakın çevresinde gerçek bir sinemasever olarak biliniyor, tiyatroya ise biraz uzak. Neden tiyatro değil de sinema?
Belirttiğim üzere takıntılı bir insanım.Yanına ek olarak tanıştığım alanlarla genelde geç tanışıp derinlemesine ilgileniyorum çocukluğumdan beridir.Bağımsız sinema alanında fazlasıyla tatminkar bir dönemde üniversite okudum ve üniversitenin sonlarında filmlere erişim imkanım da gelişti.Galatasaray’a keyifle harcadığım zaman,görece hareketli hayat ve naçizane müziğe olan ilgi eklenince tiyatroya çocukluk ve lise sonrası sert geri dönüş bugünlerin parolası haline geldi.Tiyatro ve edebi okumalar önümüzdeki 3 yılda önemli yer tutacak beklentisindeyim.
Sinemaya ilgin olduğunu biliyoruz. Kendine ilham veren bir replik var mı?
Çift hanelere varacak sayıda şu an dahi zihnimden geçen film sayabilirim,fakat replik zor soru.Film değil de dizilerden Bizimkiler’le tanıştığım replikleri günlük konuşmama taşıyorum.
"Sanat filmi" diyebileceğimiz filmlerden çok da hoşlanmayanların bile kesinlikle izlemesi gerek dediği bir film var mı?
O kadar çok var ki.’’Where Do We Go Now?’’u ilk sıraya yerleştirelim.’’The Broken Circle Breakdown’’,’’The Hunt’’ ve ‘’Rüzgarlar’’ takip etsin.Bu soruya ne yazsam eksik kalacak,bu filmlerin biri dahi olmamış diyen varsa gelsin her türlü fiziksel ve psikolojik şiddeti uygulasın bana.
Sevdiği müzisyen/grup? Tanıştığı herkese tavsiye etmek istediği bir şarkı?
Yerlilerden Bülent Ortaçgil,Erkan Oğur,Kazım Koyuncu,Jehan Barbur,Mor ve Ötesi,Redd,Sakin diyelim.Yabancılarda ise Goran Bregovic,Eleni Kraindrou,Khaled Mouzanar,Brazzaville,Beirut,Cranberries,Interpol,Radiohead şeklinde gider liste.Tabi bu haliyle çorba oldu.Mor ve Ötesi-Re’yi ne zaman dinlesem kendimi yeterince anladığımı düşünüyorum.
Hazır müzikten konu açılmışken, en sevdiği tezahurat?
Sen Sarıyla Kırmızı Şereftir Seni Sevmek’in biraz önünde.2000’lerin ilk yarısında Sami Yen çok güzeldi.Keşke o albümlere gerek olmasaydı da bu tezahüratlar tribünden dinlenebilseydi.
Okuma-yazmayı öğrendikten sonra ilk yaptığı işin foruma üye olmak olduğu doğru mu?
İlk yaptığım işlerden biriydi,doğrudur.Foruma gerçek üyelik yaşım 11.
Aldığı kadın basketbolda maç kaçırmama kararında hala ısrarlı mı?
Bu yıl rahat ve keyifli,İstanbul renkli.Kombine almamdaki ana sebep kadın basketbol takımımız.Maçların çoğuna geleceğim,gelemediğim her maç için de kıvranacağım.Temin ediyorum.
Zaten müdavimi 7-8 kişi olan Burkan Felek bir ferdini daha kaybetti mi?
Takımlar görece akıllı bir yapıyla kuruldu.Haftasonları zengin geçmeye aday ama kayıp fert ben değilim,yine temin ederim.
Son olarak neden o tuaf renkli şortu sürekli giyiyor?
Aile çevresinde de sıklıkla sorulan bir soru.O renkle muazzam bir uyum yakaladığımı düşünüyorum,şortu giydiğimde yaşadığım hisler mutluluk ve rahatlık.