Mustafa Kemal Atatürk

EVET ATATÜRK SUÇLUDUR!..

Biz asıl suçluyu bir kenara bırakıp suçsuzlarla uğraşıyoruz!
Evet... Bugünkü ortamın tek suçlusu Atatürk'tür!..

Eğer bugün 60 milyon insanımız Batı Trakya'daki Türkün durumunda değilse bunun suçlusu odur!

Eğer 1923'te kişi başına düşen ulusal geliri 70 dolar olan bir toplum şimdi 2700 dolara ulaşmışsa; bunun suçlusu odur!

Eğer 1929 - 39 yılları arasında bütün dünyada sanayi üretimi yüzde 19 artarken Türkiye'de yüzde 96 artmışsa; bunun suçlusu odur!

Eğer Türk işçisi Batı'daki gibi çocuk yaşta yeraltında günde 14 - 16 saat çalıştığı dönemler yaşamamışsa; bir oy hakkı için bile Fransız işçisi gibi 59 yıl kanlı bir savaşım vermek zorunda kalmamışsa; bunun suçlusu odur!

Eğer Türk kadını; yasal olarak erkeğine eşitse; "köle" değilse seçme ve seçilme hakkını Fransız kadınından bile önce elde etmişse; kadınlar bugün Türkiye'de vali bakan başbakan bile olabiliyorsa; bunun suçlusu odur!

Eğer 1923'te Darülfünun'daki öğrenci sayısı 2100 olan bir Türkiye'de bugün yüzbinlerce genç üniversitelerde okuyorsa; bunun suçlusu odur!

Eğer açık havadaki klasik müzik konserlerini onbinlerce genç izliyorsa; bunun suçlusu odur!

Eğer şeyhülislamlar "fetva" verip Kuran'ın Türkçe basımını engelleyemiyorsa; ezanlar düşman bayraklarının gölgesinde okunmuyorsa; bunun suçlusu odur!

Eğer bugün Köy Enstitülü binlerce köylü çocuğu kültür yaşamımıza damgalarını vurabiliyorsa; bunun suçlusu odur!

Eğer 1923'lerde Ortaçağ karanlığında yaşayan bir toplum bugün 21. yüzyılın aydınlığında bir ölçüde yaşayabilmişse; bunun suçlusu elbette ki odur!

* * *

Atatürk'ün suçları saymakla bitmez.

Bir zamanlar kralların şahların cumhurbaşkanlarının başbakanların Ankara'yı ziyaret için kuyruk olmalarının sorumluluğu da Atatürk'e aittir...

Baskı rejimlerinden kaçan yüzbinlerce Batılı bilim adamının bir zamanlar Kemalist Türkiye'yi seçmesinin sorumluluğu da...

Faşit Mussolini'nin bile Türkiye'yi "Avrupalı" saymasının günahı da...

Ama suçlunun suçlarının iyi anlaşılabilmesi için suçsuzların suçsuzluklarının da unutulmaması gerekir.

Sokaktaki adamın bile "miras hakkı"na dokunulamaz iken... Atatürk'ün vasiyetini çiğneyerek Türk Dil ve Tarih Kurumlarını devletleştiren Atatürk'ün miras gelirlerini devletin aldığı memurlara dağıtan "beş general" suçsuzdur!

"Ben Atatürkçüyüm ve laikim" diyerek din derslerinin zorunlu olması hükmünü anayasaya koydurtan Alevi'nin Hristiyan'ın Yahudi'nin "Sünni inancı"nı öğrenmesini zorunlu hale getiren Marmaris'teki emekli adam suçsuzdur!

Köy Enstitülerini kapatırken imam-hatip liseleri açanlar...
Laik liselerde eğitim görenlerin sayısı son 20 yılda 3 kat artarken imam-hatip okullarını bitirenlerin sayısının 14 kat artmasını sağlayanlar... Menderes'ten Demirel'e Özal'dan Yılmaz'a tüm "Atatürkçü laik" başbakanlar suçsuzdur!

Milli Eğitim Bakanlığı'nı şeriat yanlılarının işgaline terk edenler...
Sağlık ve Tarım Bakanlıklarını şeriatçılara peşkeş çekenler...
İçişleri Bakanlığı'nın yapısını bozup valilerin kaymakamların emniyet müdürlerinin şeriatçı olması için kollarını sıvayanlar...

Hepsi hepsi suçsuzdur!

Asıl suç Harp Okulu'nu şeriatçılara açmamakta direnen Kemalistlerdir!..
Sokaktaki adama küfreden suçludur; ama Atatürk'e küfreden suçsuzdur!..

* * *

Erbakanlar Mezarcılar Dicleler... Holding solcuları numaracı cumhuriyetçi liboşlar... Şeriatçı Kürt ırkçıları...

Hepsi de haklılar!

Onların ayaklarının altına halıları kim döşedi?
1950'den beri bu ülaaai yönetenler değil mi?...


A. Taner KIŞLALI
Cumhuriyet 2 Mart 1994
 
Kesinlikle katılmıyorum, Evren Bey' e. Ne demek her şey için geç kalındı! Evet, belki bazı kutsal değerlerin içi boşaltılmaya çalışılıyor ama biz buna karşıyız işte. Önemli olan sadece Atatürkçüyüm demek değil, onun izinden gitmektir. Aklı ve ilmi rehber alarak kendimizi ve ülkemizi hedef doğrultusunda ilerletmek.
 
Bu topicte Atatürk'ün anıları paylaşılacaktır, anılara tek tek konu açmaktansa bütün hepsini tek topicte toplamak daha uygun olacağını düşündük.
------------------------------------

Şapka Devrimini Neden İlan Etti

Hiç unutmam Ağustos?un ilk günlerinde Kastamonu?dan bir heyet gelmişti. Adet yerini bulsun diye haber verdim. Gazi, hemen ilgilendi.
-"Bu heyeti ben kabul edeceğim, yarın Çankaya?ya getir" dedi. Bu emre hayret etmekle beraber hususi bir mana da veremedim. Ertesi gün gazi heyeti kabul etti, olağanüstü iltifatlarda bulundu. Bir saat kadar yanında tuttu, Kastamonu hakkında çeşitli sualler sordu. Heyeti uğurlarken:
- "Davetinize çok teşekkür ederim, yakında Kastamonu?ya geleceğim. Hemşehrilerime selamlarımı söyleyiniz" dedi. Halbuki heyet Gazi'yi Kastamonu?ya davet etmemişti. Bu sözleri işitince hayretim büsbütün arttı. Ama gene bir mana veremedim. Heyeti uğurladıktan sonra benim kalmamı emretti. Koluma girerek beni salona götürdü, çok neşeliydi:
- "Çocuğum, Kastamonu?ya gidiyorum. Şapkayı orada giyeceğim" dedi.
Epeyce zamandan beri zihninin şapka meselesiyle meşgul olduğunu biliyordum. Birkaç arkadaşı Beyoğlu?nda şapka giydirerek gezdirmiş, yapacağı akisleri inceletmişti. Sözlerine şöyle devam etti:
- "Niçin Kastamonu?yu seçtiğimi bilmezsin. Dur, anlatayım. Bütün vilayetler beni tanırlar. Ya üniforma ile yahut fesli, kalpaklı sivil elbise ile görmüşlerdir. Yalnız Kastamonu?ya gidemedim, ilk önce nasıl görürlerse öyle alışırlar, yadırgamazlar. Üstelik bu vilayet halkının hemen hepsi asker ocağından geçmişlerdir. İtaatlidirler, munistirler. Adları mütaassıb çıkmışsa da anlayışlıdırlar. Bunun için şapkayı orada giyeceğim" dedi. Birkaç gün sonra gitti ve şapkalı olarak döndü. Dönüşte Ankara?ya yaklaşırken en çok Diyanet İşleri Reisi Rıfat Efendi üzerinde yapacağı tesiri düşünüyor, onun kırılmasını istemiyordu.
Ankara'da kendisini karşılayanları, şapkasını çıkararak selamlarken gözü hep Rıfat Efendi'de idi. Rıfat Efendi, büyük bir anlayış gösterdi. O da sarıklı fesini çıkararak Gazi'yi çok sevindirmişti. Hoca'yı otomobiline aldı. Kendi başında şapka vardı. Rıfat Efendinin başı açıktı. Böylece şehre girildi.
Halk psikolojisini bu kadar iyi anlayan inkılâpçı bir baş kolay kolay bulunmaz.

(Saffet Arıkan)

-----------------------------

Not Defteri

Erzurum Kongresi yapıldığı dönemlerde geçen bir konuşma:

"Mazhar not defterin yanında mı?"
"Hayır paşam."
"Zahmet olacak ama bir merdiveni inip çıkacaksın. Al gel."

Mazhar Müfit Kansu'nun aşağıya gidip elinde not defteriyle geldiğini görünce, sigarasından bir iki nefes çektikten sonra: "Ama bu defterin, bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar gizli kalacak. Bir ben, bir sen, bir de Süreyya (Kalem Mahsus Müdürü) bileceksiniz, şartım bu..."

Paşa'nın şartı kabul edildi. Bundan sonrasını olayın şahidi Mazhar Müfit Kansu'nun ağzından dinliyoruz: "Öyleyse tarih koy" dedi. Koydum: 78 Temmuz, 1919 Sabaha karşı.

"Pekala yaz" diyerek devam etti. "Zaferden sonra Hükümet biçimi Cumhuriyet olacaktır... Bu bir. İki Padişah ve Haneden hakkında zamanı gelince gereken işlem yapılacaktır. Üç örtünme kalkacaktır. Dört Fes kalkacak, uygar milletler gibi şapka giyilecektir."

Bu anda kalem elimden düşüverdi. Yüzüne baktım. O da benim yüzüme bakıyordu. Bu, gözlerin bir takılışta birbirlerine çok şey anlatan konuşuşuydu. Paşa ile zaman zaman senli benli konuşurdum. "Neden duraksadın?" dedi. "Darılma ama paşam, sizin hayal peşinde koşan taraflarınız var" dedim.
Güldü...

"Bunu zaman gösterir, sen yaz" dedi. "Beş Latin harflerini kabul etmek." "Paşam yeter, yeter..." dedim. Biraz da hayal ile uğraşmaktan bıkmış bir insanın davranışı ile: "Cumhuriyet ilanını başarmış olalım da üst tarafı yeter" dedim.

Defterimi kapattım. "Paşam sabah oldu. Siz oturmaya devam edeceksiniz, hoşçakalın" dedim. Yanından ayrıldım. Gerçekten gün ağarmıştı. O anda olayların beni nasıl aldattığını ve Mustafa Kemal'i doğruladığını ve Mustafa Kemal'in beni nasıl bir cümle ile yıllar sonra susturduğunu tarih önünde açıklamalıyım...

Aradan yıllar geçmişti...

Çankaya'da akşam yemeklerinde birkaç defa: "Bu Mazhar Müfit yok mu, kendisine Erzurum'da örtünme kalkacak, şapka giyilecek, Latin harfleri kabul edilecek dediğim ve bunları not etmesini söylediğim zaman, defterini koltuğunun altına almış ve bana hayal peşinde koştuğumu söylemişti" demekle kalmadı, bir gün önemli bir ders daha verdi.

Şapka devrimini açıklamış olarak Kastamonu'ndan dönüyordu. Ankara'ya geldiği zaman da otomobille eski meclis binası önünden geçiyordu. Ben de kapı önünde bulunuyordum. Manzarayı görünce gözlerime inanamadım!...

Kendisinin yanında oturan Diyanet İşleri Başkanı'nın başında da bir şapka vardı. Kendisi ne ise? Fakat kendisim karşılamaya gelenler arasında bulunan Diyanet İşleri Başkanına da şapkayı giydirmişti. Ben hayretle bu manzarayı seyrederken otomobili durdurdu. Beni yanına çağırdı ve şöyle dedi: "Azizim Mazhar bey, kaçıncı maddedeyiz? Notlarına bakıyor musun?"

-----------------------------------------------

?Ben İnsan Değil miyim??


Yıl 1922. 14 Ocak gece yarısı. Mustafa Kemal?in özel treni Eskişehir?e doğru gidiyor. Bu yolculuk bir kamuoyu yolculuğu olacak ve Gazi, savaş sonrası Anadolu?sunda bazı şehirlerin nabzını yoklaya yoklaya İzmir?e gidip annesini görecek. Ve Latife?yi.

Ama o gece çok sıkıntısı var Mustafa Kemal?in ve bir türlü uyku tutturamıyor.

Ali Çavuş kompartımanın kapısı önünde sigara üstüne sigara içiyor. Kapıya dayanmış karanlığı seyreder ken bir yandan da kendi kendine mırıldanıp duruyor.

?Bu işin bu kadar çabuk oluvereceğini hiç düşünmedim.

İşte, sonunda şifreli telgraf geldi. Zübeyde anamızı yitirdik. Peki, ne duruyorum. İçeri girip onu uyandırmalıyım. Ama işe bak, giremiyorum. Kıyamıyorum paşama. Nasıl derim ki: ?Anamız öldü paşam!? diyemem. Onun yüreği anası için atar. Hep söyler. Vatanı kurtarmakla anasını kurtarmak aynı anlama gelir onun için. Kapıyı açsam, telgrafı uzatsam, ?Paşam sen sağ ol? desem ?Eyvah demez mi?? ?Koca vatanı kurtardım ama anamı kurtaramadım demez mi?"

Ali Çavuş, anlattığına göre birden yerinden sıçramış. İçeriden bir ses geliyor. Mustafa Kemal sesleniyor.

Çavuş kompartıman kapısını açıp selam duruyor:

?Emret Paşam?.

Mustafa Kemal yatağa oturmuş soruyor telaş ile:

?Ne demeye kapıda bekliyorsun sen??

?Uyku tutturamadım da Paşam?

?Annemden bir haber var mı??

?Az önce bir telgraf geldi dediler, şifreyi çözünce size sunacaklar.?

?Boşuna kıvranma Ali, benden de saklamaya çalışma. Ben haberi aldım.?

Ali Çavuş bir şey yokmuş gibi durmaya çalışıyor ve merakla soruyor:

?Ne olan, ne haber aldın ki paşam? Hayır haber inşallah.?

Mustafa Kemal usul usul anlatıyor.

?Az önce dalmışım, rüyamda yeşil bir ovada anamla el ele geziniyorduk. Hep olduğu gibi bana birşeyler anlatıyordu. Birden bir fırtına çıktı. Bir sel bastırdı, anamızı aldı götürdü. Hiçbir şey yapamadım. Hiç, hiç!..?

Çavuşu bir titremedir almıştı. Derken.. Mustafa Kemal emri verdi:

?Çocuk! Al getir şu telgrafı, hemen!?

Ali Çavuş kompartımandan çıkar çıkmaz, çözümü getiren görevliyle karşılaştı.

?Ver onu? dedi. ?Paşamız bekliyor.?

Kağıdı aldı, içeri girdi, selam durdu ve: ?Sen sağol paşam? dedi.

?Millet sağ olsun.?

Gözünden iri bir damla göz yaşı akıvermişti. Çavuş ?Ağlama paşam? diye yalvardı.

?Neden? Ben insan değil miyim? Anam öldü. Ben buna ağlarım. Ama, Anavatan kurtuldu. Bununla da te selli bulurum. Benim için ikisi bir.?

İşte ben bunun için:

?Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini? diye cevap vermedim mi Namık Kemal?e? Birden Mustafa Kemal ile Ali Çavuş birbirlerine sarıldılar ve açık açık, hıçkırıklarla, içli içli ağlıyorlardı.

-------------------------------------------

İngiliz Kralına Verilen Ziyafet

İngiliz Kralı VIII. Edward İstanbul?a Atatürk?ü ziyarete geldiği zaman, Atatürk kendisine bir akşam ziyafeti vermişti. Ziyafetten önce:
- "Bana İngiltere sarayında verilen ziyafetler ne şekilde olur, onu bilen birisini yahut bir aşçı bulunuz!..." dedi.
Ve nihayet bu sofra merasimini bilen bir zattan öğrenerek sofrayı o şekilde düzene koydular... Akşam kral sofraya oturunca kendisini kral sarayında zannederek memnun oldu. Atatürk'e dönerek:
- "Sizi tebrik eder ve teşekkür ederim. Kendimi İngiltere?de zannettim" diyerek memnuniyetini bildirdi."
Sofraya hep Türk garsonlar hizmet etmekte idi. Bunlardan bir tanesi heyecanlanarak, elindeki büyük bir tabakla birdenbire yere yuvarlandı. Yemekler de halılara dağıldı. Misafirler utançlarından kıpkırmızı kesildiler. Fakat Atatürk Kral'a eğilerek:
- "Bu millete her şeyi öğrettim, fakat uşaklığı öğretemedim!" dedi. Bütün sofradakiler Atatürk'ün zekasına hayran oldular. Atatürk garsona da "vazifene devam et" emrini verdi.

(Enver Benhan Şapolyo)

------------------------------------------

Atatürk'ün başyaveri Salih Bozok anlatıyor.

Kollarında ve omuzlarındaki işaretlerden amiral rütbesinde olduğu anlaşılan
İngiliz Donanması Komutanı, Hükümet Konağı'nın kapısından girerek Mustafa
Kemal Paşa'nın odasına doğruldu.Nazik , fakat öfkeli bir hali vardı. Ruşen
Eşref önüne çıkıp ne istediğini sorunca:

-Başkomutan Mustafa Kemal Pasa ile görüşmek istiyorum!.. dedi.

.Birlikte odaya girdiler kapı kapandı. Amiral önce:

-Çok güç koşullar altında bir savaş kazandınız, sizi asker olarak içtenlikle
kutlarım. Çanakkale'deki basarinizi rastlantıya borçlu olmadığınız,
kanıtlanmış oldu.Büyük bir askerle tanıştığım için memnunum. Amiral bir süre
sonra konuya girmiş:

-Ülkenin kontrolünüz altında bulunan bölümünde bizim tebamız ve sizin
azınlıklarınızdan Ermeniler, Rumlar var.Yeni askeri yönetim altında bu
insanların statüsü nedir? güvende midirler?..

-Hiç kuskunuz olmasın Amiral!..Türkiye'deki bütün insanlar gibi tebanız ve
sözünü ettiğiniz azınlıklar da TBMM Hükümeti'nin eşit koruması altındadır.
Suç islemeyenler, kendilerini bu memlekette benim kadar güvende
sayabilirler.

-Suç isleyenler?

-Suç isleyenler Sayın Amiral, dünyanın her yerinde olduğu gibi, ülkemizde de
adaletin huzuruna çıkarlar...Suçlu iseler, cezalarını elbette
çekeceklerdir...

-Fakat Paşa Hazretleri,fevkalade günler geçirdik. Yunan ordusundan cesaret
alan Rumların bazıları, şımarıklıklar yapmış olabilir. Bugün bu insanlar
yerli halkın düşmanlığı ile yüzyüzedirler. Ermeniler için de başka açıdan
aynı şeyleri söyleyebilirim. Biliyorsunuz, arkadaşlarının büyük bir bölümü
göçe zorlandı ve önemlice bir bolumu de hayatlarını kaybettiler. Bu ruh
tedirginliği içinde Yunan ordusu ile işbirliği yapmış, bazı Türklere zor
günler geçirtmiş olabilirler. Bunlar, fevkalade günlerin olaylarıdır.
Bağışlanması, hoş görülmesi gerekir. Eğer bu kimseler, halkın husumetine
bırakılacak olursa, bütün dünya aleyhinize kıyameti koparır!

Son cümleye kadar Amiral'i gülümseyerek dinleyen Mustafa Kemal Pasa,
'dünyanın koparacağı gürültü ile' kendini tehdide girişince, sözünü bıçak
gibi kesmiş:

-Şu "Efendi Devlet" rolünü bir kenara koyunuz Amiral! Milletleri de tehdit
etmekten vazgeçiniz! İngiltere ve müttefiklerinin kıyameti koparıp
koparmayacağını düşünmem! Bunlar memleketimin iç işleridir; kimsenin bu
islere karışmasına müsaade etmem! Majestelerinin devleti memleketimizin
azınlıkları ile uğraşmaktan vazgeçsinler! ..Kim bize saygı beslemezse,
bizden saygı beklemeye hakki olmaz!..

Amiralin benzi kül gibi olmuş:

-İngiltere Hükümeti'nin tebasını her yerde koruma hakki, devletler hukuku
teminatı altındadır. Avrupa devletleriyle birlikte arkaladığımız Rum ve
Ermenilerin güven içinde bulundurulmasını sadece rica ettik. Yoksa biz bu
güvenliği sağlayacak güçteyiz...

İşte o zaman Mustafa Kemal Paşa'nın tepesi iyice atmış:

-Arkaladığınız Yunan ordusunun denizde yüzen leşlerini herhalde görmüş
olmalısınız! Türk ordusu asayişi sağlayacak güçte olduğu gibi, limanı (o
donemde İngiliz donanması İzmir limanında bulunmaktaydı) boşaltacak güçtedir
de... İsterseniz, Türk'e ihanet eden tebanızın ve azınlıklarınızın adaletten
kaçan sefillerini geminize doldurabilirsiniz!.. Donanmanızın da en kısa
zamanda limanı terk etmesini istiyorum!

Mustafa Kemal Paşa'nın cümleleri, art arda Osmanlı tokatları gibi Amiralin
yüzünde şakladıkça, Amiral ne yapacağını şaşırmış ve en sonunda:


-İngiltere'ye savaş mı açıyorsunuz? demiş.

İşte Paşa burada son sözünü söylemiş:

- savaş açmak mı? Siz yoksa Sevr Antlaşması'nın hala yürürlükte olduğunu mu
sanıyorsunuz? Biz onu çoktan yırttık... Karşımda oturuşunuzu, sizi konuk
saymama borçlusunuz! Fakat görüyorum ki, nezaketimizi kötüye kullanmak
eğiliminiz var... Buna müsaade edemem. Bizim gözümüzde "barış antlaşması
yapmamış" iki devletiz. savaş hukuku yürürlüktedir. Gemilerinizi derhal
karasularımızdan çekmenizi size ihtar ediyorum!

Bir balmumu heykeline dönmüş Amiral..... gerine gerine girdiği Mustafa Kemal
Paşa'nın odasında oturduğu sandalyede küçüldükçe küçülmüş ve sonunda
kekeleyerek:



-Afedersiniz!.. demiş ve yerlere kadar eğilerek geri geri kapiya gidip
dışarı çıkmış.

.Ruşen Eşref hem düşünceli hem de gülüyordu:

-Pasa, Amirali anasından doğduğuna pişman etti. "Kendisinin Türk
topraklarında bir savaşçı olarak
bulunduğunu "Paşa'dan öğrendiği zaman sapsarı kesildi... Tutuklanacağını,
tutsak edileceğini sandı. İnce dudaklarını ısırıyor, parmaklarını birbirine
kenetlemiş titriyordu. Karşısında Babıali Paşası bulacağını sanıyordu
herhalde...

"İngiltere devletini kendi devletine eşit gören "bir Paşa ile karsılaştığı
için, ihtiyatsızlık edip karaya çıktığına kim bilir nasıl lanet etmiştir...

Aradan bir saat geçti gecmedi... İngiliz gemisinden bir müfreze ve bir
teğmen çıktı. Amiralden - devleti adına- bir ültimatom getiriyordu,
Başkomutan'a kendi eliyle verecekti. Paşa'ya bildirdim; "Gelsin" dedi.
Teğmeni içeri aldım. Ruşen Eşref tercümanlık yapıyordu.İngiliz çakı gibi bir
Teğmendi. Paşa'nın karşısında gösterişli bir selam verdi ve Ruşen Eşref
aracılığıyla ültimatomu Paşa'ya ulaştırdı.

Paşa: -Peki Teğmen! Hükümetimiz ültimatomunuzu inceler ve hükümetinize
gereken karşılığı
verir.Siz geminize dönebilirsiniz...

Teğmen önce dışarı çıkacakmış gibi bir hareket yaptı, sonra da Ruşen Eşref'e
donup:

-Başkomutan ellerini öpmeme müsaade buyururlar mi?

Ruşen Eşref, teğmenin dileğini Paşa'ya söyledi, Pasa:

-Nereden icap etmiş sor bakalım!.. dedi.

Teğmen:

-Asker olarak zaferlerine, insan olarak kendisine hayranım...
Lütfetsinler...

Teğmen Paşa'nın elini öptü, Paşa da Teğmenin yanağını okşadı. Odayı
boşalttık. Az sonra Ruşen Eşref'i çağırdı:

-Metni okudunuz mu? Ne istiyorlar?..

-Paşam Amiral ile görüştüklerinizin yazı ile de pekiştirilmesi isteniyor.

-Öyleyse Halide Hanım'ı (Edip Adıvar) bulunuz, hemen tercümesini yapsın ve
metin olarak bana getirsin... Öte yandan bir kopyasını şifre ile Dışişleri
Bakanlığına gönderin gerekeni yapsınlar... Durumu, ordu komutanı Nurettin
Paşa'ya da bildiriniz. Gerekiyorsa benimle temas etsin........

Olay kısa bir süre içinde şehirde duyulmuştu...

İngiliz ve Fransızlar, kendi devletlerinin uyruğunda olanları gemilere
bindirmeye başlamışlardı. Nitekim birkaç saat sonra da sessizce çekilip
gittiler...
 
Re: Anılarla Atatürk..

İnönü, Atatürk'ü Anlatıyor..

Abdi İpekçi:Sizce Atatürk'ün kişiliğine özellik veren hususlar nelerdir?


İsmet İnönü: Büyük hassaları vardır.Karar sahibidir,kararları açıktır.Ve bir defa karar verdikten sonra,onu tatbik ettirmek için şahsiyeti çok tesirlidir.Mesala,kumandanlıkta bu hassası bilhassa dikkati çeker.Muharebe meydanında yürütmek istediği muharebe şeklini,tertipleri en uzak yerde bulunan askere kadar duyurur,onun üzerinde kendi iradesini ve azmini behemehal sirayet ettirirdi.Askerlik vasıfları hakikatten yüksektir.Her millete,her devirde yüksek vasıfta kumandan sayılır.

Siyasi vasıflarının daha yüksek olduğu görülmüştür.Bu ikisi birleşince Atatürk'ün şahsiyeti müstesna bir ölçüye çıkmış oluyor.

Siyasi vasıfları hakikatten çok yüksektir.Milli Mücadele'nin askeri safhada idaresi kadar siyasi idareside nazikti.Hatta daha nazikti denilebilir.Atatürk siyasi safhanın idaresinde de aynı derecede maharetli,daha maharetli olmuştur.Mesela benim kanaatimce Milli Mücadele'nin,bir millet meclisi kurularak onunla beraber yürütülmesi son derece,güç fakat harikulade isabetli bir karar olmuştur.Padişah idaresi,saltanat idaresi,bütün tarihten gelen mekanizma hayati bir mücadelede karşı tarafta bulunuyor..Bunun karşısında Millet Meclisi'nde ihtilalciler bir hükümet teşkil ederek mücadeleyi devam ettire biliyorlar.Askeri sahada,idari sahada,iç ve dış siyaset sahasında bu,harikulade bir buluştur.Emsali de hemen hemen yok gibidir.

Zannediyorum,anlattığım meziyetlerden sadece bir tanesi bir insanın hayatını dolduracak kuvette ve ehemmiyettedir.



Abdi İpekçi: Atatürk'ün siyasi ve iktisadi doktrinler karşısında aldığı bir vaziyet,açık ve kesin bir görüşü var mıydı?


İsmet İnönü: Görüşlerinde meçhul bir yer yok.CHP'nin prensipleri Atatürk'ün düşünüşlerini gösteriyor.Başından itibaren özel teşebbüsü esas tutmuş ve ölünceye kadar bu prensibi tatbik etmiştir.

Tabii hale göre tedbir almak ve tedbirler içinde her büyük devlet adamı gibi,ölçüleri ihtiyaç nispetinde ayarlayabilmek başlıca meziyetlerindendir.Tatbiki mümkün olanları,devre devre tatbik etmiştir.



Abdi İpekçi: Atatürk'ün ''Biz bize benzeriz'' sözünü sizce nasıl yorumlamak gerekir?


İsmet İnönü: ''Biz bize benzeriz'' sözünü ilmin,tarihin kabul ettiği büyük prensiplerin dışında bir manada tefsir etmek hatadır.Bundan olumlu olarak çıkırılacak mana şudur:

İlmin ,sağduyunun gösterdiği ana prensipleri kendi memleketimizin ihtiyacına göre adapte etmek...

Atatürk,tatbik ettiği usullerde kendisine ''Başka yerde yoktur,bu böyle tatbik edilmez.Kitapta böyle yazar,falan da böyle yazar...'' diye nazari ne kadar itirazlar,cevaplar olursa onları karşılamak için ''Biz bize benzeriz.'' diye ifade etmiştir.

Atatürk taklidi,kopyayı kabul etmezdi...İşte söylerlerdi, ''Şu şöyledir,bu böyledir...'' diye...O hepsini bildikten,gördükten sonra,zamanın meselelerini,milletin ihtiyaçlarını,ilmin ışığında,nazariyatın gösterdiği prensiplerden haberdar olarak,kendi ihtiyaçlarmıza göre adapte etmeyi uygun bulurdu.Biz bize benzeriz sözünü,yaptığı şeylere karşılık ''Nedir bu yaptığın?Özel teşebbüs müdür?Devletçilik midir?'' gibi sorulara,nazari bakımdan yapılan itirazlar cevaben ''Benzeyen tarafı var,benzemeyen tarafı var.Biz kendimiz yaparız,kendimize benzeriz'' manasında kısa bir şekilde izah etmek için söylemiştir.

Aslında Atatürk,ilmin,sağduyunun esas prensiplerini daima rehber olduğu,kılavuz olduğu bir zihniyet taşımıştır.


Abdi İpekçi: Komünizme karşı aldığı vaziyet ne idi?Bir ara Komünist Partisini kurdurtması nasıl izah edilebilir?

İsmet İnönü: Derler ki Komünist Partisi kurdurttu,bilmem ne yaptı.Bunları ben bilmem teferruatı ile...Yalnız Ruslarla münasebet teesüs ederken,yani adamlarla konuşurken iki tarafa da müstevlilere karşı ihtilal halinde bulunan milletler edebiyatı yapmıştır.Tabii temasta bulunduğumuz,beraber muvazi olarak müstevlilerle dış alemde mücadele ettiğimiz zamanlarda birbirimizin idaresini kötüleyen bir tutum içinde,ne içeride,ne dışarıda olmamışızdır.


Abdi İpekçi: Milli Mücadele'den sonra?

İsmet İnönü: Milli Mücadele'den sonraki safhada dışarıyla pek münasebeti yok.Kendi ihtiyacımıza göre kendi tedbirlerimizi tatbik etmişizdir.Rejimimizi,Cumhuriyetimizi kendi prensiplerimizi kabul etmeyen ideolojiler ne kıyafete bürünürse bürünsün müspet almamışsak karşısında bulunurduk.


Abdi İpekçi: Nazizm ve Faşizm hareketleri konusundaki düşünceleri ne idi?

İsmet İnönü: Atatürk,''milli irade'' , ''Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir'' ve ''Garp medeniyetinin usullerini tatbik etmek lazımdır'' kanaatlerinde samimi idi.Bunları memleketimizde bir an evvel tatbik edecek,usul olarak kuracak,yerleştirecek bir ortamı arzu ediyordu,takip ediyordu.Benim kanaatim budur.Kendi hayatında ne dereceye kadar tatbik edebildiyse etti,mabadını bize bırakıp gitti.


Abdi İpekçi: Atatürk zamanında toprak reformu gibi,ağaların tahakkümü gibi problemler üzerinde durulmamış mıdır?


İsmet İnönü: Hepsinin üzerinde nazari olarak durduk.Ama işte,yapılan işin derecesini,hududunu biliyorsunuz.


Abdi İpekçi: O devirlerde arzu edilen bir toprak reformu,bugünden daha kolay gerçekleştirilemez miydi?

İsmet İnönü: Bilemem..Belli değil...


Abdi İpekçi: Neden?

İsmet İnönü: Buna dokunmadık.Dokunulduktan sonra anlaşılır böyle şeyler...


Abdi İpekçi: Atatürk'ün ordu ve politika konusundaki görüşleri nelerdi?

İsmet İnönü: Oldum olası,daha İttihat ve Terakki Partisi ile aramızda beliren ilk mesele şudur:Ordunun siyasetten ayrılması...Yani orduda subay olacak,aynı zamanda siyasi bir partide çalışacak,bu olmaz dedik biz...Atatürk bu fikirde idi.Ben o fikirdeydim.Karabekir o fikirde idi.Bunun mücadelesini yapıyorduk.İttihat ve Terakki'nin başında bulunanlar ise ordunun politikadan ayrılmasına imkan görmüyorlardı.


Abdi İpekçi-İsmet İnönü röportajı(1972-Milliyet)
 
Re: Anılarla Atatürk..

Atam ne pişman olmuşsundur İ.İnönü gibi birisini sağ kolun yaptığın için...

Bende vakit buldukça paylaşacağım bazı gerçekleri...

İnönü Vakfı ile Bilgi Yayınları"nın işbirliği ile yayımlanan "İsmet İnönü Hatıralar" adlı kitapta, "Atatürk"le Tartışmalarımız" başlığıyla ayrı bir bölüm yer alıyor. Bu bölümde Başbakan İnönü, önce Hatay Meselesi"ndeki çatışmayı anlatıyor. İnönü"ye göre, Cumhurbaşkanı Atatürk Hatay Meselesi"nin uzayıp gitmesinden rahatsızdır ve bir askeri müdahale ile sorunu çözmekten yanadır. Oysa, İnönü hiç de aynı görüşte değildir:
"Atatürk"ün halinden bir askeri müdahale ile emrivaki yapmak fikri geçtiğini fark ettim. Kendisi ile bu meseleyi görüştüğüm gibi, Erkánıharbiyeyi Umumi Reisi Fevzi Paşa ile de görüştüm. Hatay"daki meselede haklarımızı tatbik sahasına koymak için bir netice alabilirdik, almak için çalışabilirdik, fakat her siyasi teşebbüsü bir tarafa bırakarak bir askeri hareketle emrivaki yapmak şeklini mahzurlu buluyordum. Kesin olarak vaziyet aldım."
KONFERANSTA İKİLİK
1937"de Akdeniz"deki denizaltı korsanlığını önlemek için uluslararası bir konferans toplanır. Toplantıda Türkiye"yi Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras temsil etmektedir. İnönü, Dışişleri Bakanı"na gerekli direktifleri hükümet olarak verdiklerini belirttikten sonra şunları anlatıyor: "Ben hükümet noktai nazarı diye bunu takip ediyorum. Atatürk de o zaman Florya"da, onlar da Tevfik Rüştü ile temas etmişler. Tevfik Rüştü"nün verdiği bilgiye göre, Florya"dan ona ayrı talimat veriyorlarmış. Tevfik Rüştü hükümetle de reisicumhurla da temas ederek, her iki talimatı idare etmek için gayret ve maharet göstermeye çalışıyor. Nihayet bir gün talimatlar çelişiyor. Biz, İstanbul"dan verilen emre göre Tevfik Rüştü"nün bir karar verdiğini veya vereceğini öğrendik. Böyle bir hadise oldu. Tahkik etti, İstanbul"dan talimat vermişler." (Bunun üzerine İnönü Bakanlar Kurulu"nu toplayarak, "Bu anlaşmayı hükümet olarak ben kabul etmeyeceğim, siz ne dersiniz" diye soruyor. Bakanların büyük çoğunluğu, "Siz başvekilsiniz, biz size uyarız" diyorlar ve uyuyorlar. Ancak, hükümetin reddettiği anlaşma, Meclis tarafından onaylanıyor.)
ÇİFTLİK KİMİN MALI
Başbakan İsmet Paşa, Yugoslavya gezisinden dönerken, Ankara"daki Atatürk Orman Çiftliği"nin Ziraat Bakanlığı tarafından satın alınması için çalışmaların başladığını öğrenir ve durumu Atatürk"le görüşür: "Atatürk Ziraat Vekáleti"nin çiftliği satın almak istediğini söyledi. O zaman, hatırımda tam rakamı kalmadı, bedeli meselesinin konuşulduğunu da orada öğrendiğimi zannediyorum. Ben buna itiraz ettim. Orman Çiftliğini yetiştirmek için çok emek sarf etmişsiniz, ama hükümet ve devlet de bir örnek göstermek için gösterdiğiniz gayreti kolaylaştırmak üzere çok emek sarf etmiştir. Büyük ölçüde hükümet yardımı ile, hazine yardımı ile meydana gelmiş bir eseri tekrar hazineye satmak muamelesi bizim için doğru olmaz."
VEKİLLERE SERT MUAMELE
"Evvelce de Atatürk ile hükümet başkanı olarak beni müteessir eden bir olay cereyan etmişti. Atatürk vekillere sert muamele yapacak. Atatürk"ten bilhassa rica ettiğim, vekillerden hangisini istemiyorsa, itimadı yoksa söylesin, vekile söyleriz, hiç kimse kendi itimadına mazhar olmadığı halde vekálette kalmak arzusunda değildir, emin olsun bundan, bunu değiştirmek mümkündür. Yapmasın bunu. Bunu rica ettim kendisinden. Bu nokta üzerinde son derece kırılıyorum. Toplanıyoruz. Herhangi bir vekili istifaye mecbur etmek için, sert muamele yapmak onun için çok ağır bir muamele oluyor. Hükümet olarak, başvekil olarak benim için de çok üzüntü verici bir hadise oluyor."

_________________________________________________________________

kazım karabekir paşaya yazdığı mektupta manda ve himayeyi savunmuş amerikan mandasını tercih etmeleri gerektiğini yazmıştı
ne Türkiye'nin kuruluş aşamasına kadar olan bölümde, ne de kurulduktan sonra rol oynamıştır. Kurtuluş Savaşı'na kendi isteğiyle katılmadığı biliniyor. Zoraki katıldığı savaş boyunca cepheye gitmemiş, düşmana tek bir kurşun sıkmamıştır. Kumandasındaki ordu cephede savaşırken kendisi masabaşında oturmuş, iş bittikten sonra da astlarının zaferini sahiplenmiştir
Atatürk'ün ömrünün son 7-8 yılında sofrasına dahi oturtmayarak tamamen dışladığını unutmamak lazım.
Mareşal Fevzi Çakmak Paşa da aynı şekilde davranmıştır.
Atatürk her kesimi Türk'ün çıkarları doğrultusunda kullanmıştı. Çünkü bir dış düşmana karşı savaşılıyordu. Ama bu dış düşman ülkeden atıldıktan sonra, Atatürk ilk iş olarak İnönü'yü başbakanlıktan uzaklaştırmıştır. Bir konuşmasında da devletin başına kendisinden sonra Mareşal Fevzi Çakmak'ın geçmesinin daha doğru olacağını belirtmiştir

Türk askerinin özelliği hücuma geçtiği zaman durdurulamamasıdır. Yani savunması ne kadar güçlü olursa olsun, kendini saldırıda gösterir. İsmet İnönü ise saldırı yapmamistir. Bu yüzden ordumuz çok daha erken kazanacağı zaferi Kütahya'da geciktirmiştir.

Lozan'da Kerkük, Musul, Batı Trakya, Ege Adaları elimizden ismet paşa yüzünden çıktı.
- Lozan'da Boğazlar'ı bile işgalcilerle beraber yönetme kararı aldık.
- İnönü'nün Azerbaycan Türklerine yaptığı ihanet( Stalin'den kaçan spydaşlarımızı Sovyetlere geri iade ettirmesi, soydaşlarımızın sınır terkettikleri anda kurşuna dizilmeleri ve bu sesi duyan subaylarımızın olayı gururlarına yediremeyip intihar etmeleri)
- Türkçülere yaptıkları (3 Mayıs Olayları )
- Milli eğitime amerikalı danışmanları sokması, böylece eğitimin millilikten çıkması

...

Ismet Inonu'nun baba tarafinin Kurt olmasinin yaninda,oglunun DEP hayranligi da babasindan mirastir.

Ismet Inonunun donemlerine bakarak Kurt ayaklanmalarini izleyelim.Cok ilginc sonuclar cikacak.

1950 senesine kadar,yani cumhurbaskanligi suresince,nedense hicbir Kurt isyani cikmamis.Son senesinde,1950de ise Kürt siyasal hereketi yönünde ilk girişimler başlar
Ne zamanki gorevini tamamlamis,1950den 1960a kadarki Malatyadan parlamenter oldugu donemde hicbir Kurt Ayaklanmasi cikmamistir.

Ancak 1961-1965 senelerinde 3 defa basbakan secilmis olmasi doneminde,1950lerde baslayan Kürt siyasal hereketi yönünde ilk girişimlerin meyveleri cikmistir:
1961, Silopi'de "Kürdistan Demokrat Partisi" siyasi birimi oluşturulur.
1964, Kürt Devrimci Demokratik Kültür Derneği (KDDKD) kurulur.

Lozanda kaybedilen oniki ada,bir kere daha kaybedildi.
Lozanda Bati Turkeli kaybedildi.Lozanda Kerkuk Musul kaybedildi.Bunlari "Ataturke uydum" sekilinde daha sonra kaleme almasi ise yurek yakar.

...

İnönü Atatürk kavgası 1937'den sonra tamamen açığa çıkmıştır. İnönü'nün sürekli hata yapması ve Atatürk'ün "Nyon Konferansı" meselesinde olduğu gibi devleti korumak için müdahale etmesi aradaki gerginliği doruğa çıkarmıştır. İnönü siyasetçi devlet adamlığı noktasında Atatürk'ten sonra Kemalist Devrimi yıkacak uygulamalara imza atmıştır.

Amacım İsmet İnönü'yü karalamak değil lâkin Atatürk'e yaptığı yanlışları dile getirmek istedim...

Neyse!
 
İsmet Paşa ile anlaşamadığı, sık sık tartıştığı bilinir Atatürk'ün ama asla pişman olmamıştır İsmet Paşa'ya güvenmekle..

İsmet İnönü bir takım düşünce ile hareket edip bazı değişiklikler yapmıştır hatta bu uğurda Atatürk ile kesin bir düşünce ayrılığına bile girdiği söylenir ama İsmet Paşa'da bu ülkenin sağlam bir mihenk taşlarından biridir. İsmet Paşa'nın sevmediğim bir yanı ise asla ikinci bir adamlığı kabul etmemiştir, sanıyorum ki bütün bu anlaşmazlıklar vs. falanda hep bu sebepten çıkmıştır.
 
Barış Abi, İsmet Paşa değil mi Dolmabahçedeki Atatürk büstünü kaldıran, paraya kendi resmini bastıran. Tamam ikinci adamlığı sindiremedi, ölümünü fırsat bilip bu ve bunun gibi daha nice olayları yapması çokda hoş sebeplere dayanmasa gerek.
 
Evren YILMAZ' Alıntı:
Atatürk'ün en büyük özelliği cephedeyken bile kuracağı cumhuriyetin niteliklerini kendi kafasında belirlemesiydi. Yani bir devrimci gibi planlı programlı ve geleceğe yönelik adımlar atması onu diğer silah arkadaslarından ayıran kısımdı.

Bu anlamda her kesimden insan Atatürkçüyüm diyor. Yani bir yerinden Atatürk ismi sulandırılmaya çalışılıyor. Demokrasi, özgürlük, açılım gibi sihirli sözcüklerle Atatürk ün Cumhuriyetinin içi boşaltıldı ne yazıkki.

Bu anlamda ne yapsak boş şu an.Bugüne gelene kadar birşeyler yapılmalı idi ama yapılmadı.

O yüzden burada yalandan Atam izindeyiz falan demiyelim. Çünkü atı alan Üsküdar´ı gecmiş iken, bu sözlerin bi anlamı kalmıyor ne yazıkki.
Evren haklı olduğun bölümler olsa da genel itibari ile bu yazına katılmıyorum. Bu "Atatürkçüyüm" diyen insanlar bir şekilde tepkilerini ve yapmak istediklerini yapıyor ancak şu zaman ki durum çok başka malesef, bir açılım tutturduk gidiyoruz ama bunun neye mâl olacağını daha kimse kestiremiyor. Yani açılımı yapanlar dahi anlamadı bunu, belli bir kesim hariç.

Bu ülkenin yapı taşlarına dinamit koyup patlatılsa dahi yüce insanın da dediği gibi " Muhtaç olduğun kudret damarlarında ki asil kanda mevcuttur..!" Bu ülkede olup bitenleri izliyoruz, unutturulan bir Atatürk mevcut ama onlara karşı da unutmayan bir Atatürkçü Gençlik var, öyle veya böyle bazı kesimlere unutturulan Atatürk tekrar geri hatırlatılır..
 
Tüm Tarihcilerin üzerinde uzlaştığı bir konu varsa buda İnönünün Atatürkü unutturma çabasına girdiğidir..ve ona en sert muhalefetide yine kendisinin yaptığıdır..
Özellikle Atatürkün vefatından sonra Atatürkü koruma kanununu çıkarma şerefini bile Demokrat Partye kaptırmış İnönü..ki bu bana göre büyük bir utançdır

Atatürk öldüğünde İnönü ile küsmüş..ama son nefesinde de İnönün eşi ve Çocuklarına sahip çıkılmasını vasiyetinde de belirtmiş

Peki bukadar zıt iki karakter nasıl biraraya geliyordu..daha doğrusu Mustafa Kemal neden İnönüyü yanından ayırmıyordu?

Çünkü Atatürk deli dolu bir adamdı..Gözü pekti..verdiği kararı anında verir çoğu zaman Duygulaıylada hareket ederdi....çoğu akşam verdiği kararları sabah İnönünün düzelttiği bilinir..yani İnönüde onu tersen tamamlayan bir kişilkti..işte bu yüzdendir ki Devlet kurmak için İnönünün sükunetine sakinleğine onun tamamlayacılığına ihtiyacı vardı..
 
Farkındayım Eren, kesin bir görüş ve fikir ayrılığı var ama ne olursa olsun İsmet Paşa'nın kötü biri ya da Atatürk'ü sevmediği anlamını çıkartmak bana göre yersiz olur. İsmet paşa bir şekilde bütün bunları yapmıştır ama Atatürk'te hiç bir zaman ona güvenmekle hata etmemiştir, en azından yaşarken. Bugün ikiside üst düzey bir komutandır ancak Atatürk'ü o'ndan ayıran keskin özellikler vardır, sanırım bazı şeyleri sindiremeyişi ikisinin arasını açan şeydir..

Bir şey daha var. Bu ikili birbirlerini çok iyi tamamlıyorlardı, öyle veya böyle Atatürk bir kararı anında alıp ve anında uygulayan biriydi. Hatta bu uğurda sözleri bile mevcut ancak karar yanlış olduğunda bunu düzelten de İsmet Paşadır, İsmet Paşa o yüzden çok iyi bir ikinci adamdır ama malesef belli süre sonra o "ikinci adamlık" meselesini istememiştir, artık gurur mu dersin ya da başka birşey mi bilemiyorum.

Bazı yerlerde Atatürk'ün küs olarak öldüğü de yazılır, bunu tam bilmeyerek şunu demek istiyorum. Cephe'de sırt sırta çarpışan bu ikili "her nedense" fikir ve azıcıkta olsa yol ayrılığına girmişlerdir ama bana göre asla ve asla ne Atatürk İsmet Paşa ile dost olmaktan ne de İsmet Paşa Atatürk ile dost olmaktan pişman olmuştur..
 
Barış bencede asla pişman olmamışlardır ama Atatürkün son dönemlerinde hani kesin olan birşey varsa İnönüyü defterden silmiş..

Nuri Conker olayı(ki atatürk onu ruh ikizi olarak belirtiyormuş) İnönünün Conkere karşı çıkması
Atatürk Orman Çiftliğindeki harcamalardan dolayı sık sık İnönünün Atatürkü eleştirmesi
Nyon antlaşmasında ki siyasi anlaşmazlıkları ve yine o meşhur aralarına geen hatay ın anavatana katılma olayı
ve en son İnönünün cesaretini toplayıp Mustafa Kemale o meşhur ipleri koparan sözleri söylemesi..

hatta tarihciler Atatürkün kesin olarak İnönüyü defterden sildiği tarih olarak 20 Eylül 1937 yi gösterirler..ve onu başbakanlıktan dahi alır..görvden ayrılmasını ister..

Ama hani bir söz vardırya eski dostlar düşman olmazmış..aynen bu şekil..Atatürk küs dahi olsa Hastalığı sırasında İnönünde Hasta olduğu haberi gelir..yaşamasının güç olduğu söylenir ve Atatürk Fransa'dan iç hastalıklar uzmanı Prof. Fissenger'i İnönü'yü tedavi etmesi için Ankara'ya gönderiyor..Dava arkadaşı İnönü ölürse üç çocuğunun ortada kalacağından endişe etmiş. ve mirasını yazdıarak bu üç çocuğada pay vermiş..yataktan kalkamayan Atatürk İnönüyü görmek istemiş ama izin verilmemiş..kısaca kendi hastalığını unutmuş eski dostunu düşünmüş..
 
Benim yazıma katılıp katılmamanız önemli değil.Ben durum tespiti yapıyorum.
Türkiye nin 8 yılda geldiği noktanın ne oldugunu anlamanıza çalışıyorum.

Şu an Atatürkçü kavramı kaybolmak üzere Türekiye de.Anayasa mahkemesi ve birazda Tsk dısında tüm kurumlardan Atatürk sözcügü cıkarılmıs durumda.
Yani şeklen 10 Kasımlarda mozoleye çelenk koyuluyor ama hepsi bu.

Doğuda etnik milliyetcilik körükleniyor.Yani sorun sınıf sorunundan cıkarılıp ırksal biçime dönüştürülüyor.Bunun sonucu bölünmedir.Tito ve Yugoslavya döneminde kardeşce yasayan insanların şimdi nasıl kırk parcaya bölünüp hepsininde birbirine düşman olması iyi incelenmelidir.
Çünkü şu an bizde bu yolda ilerliyoruz.

Abd Iraktan cekiliyor.İsrail artık Abd ye Ortadoguda yetmiyor.Abd ye işlerini yaptırmak için müslüman bir ülke gerekiyor.Bu da ne yazıkki Türkiye.
Siyasiler buna jeopolitik önem diyor biz ise ayak işleri diyoruz.

Mevcut ekonomik krizin unutturulması için sürekli gündemi baska şeylerle mesgul etmek gerekiyor.Bu 6 ay önce Ergenekon davası idi şimdi ise açılım oldu.

Özgürlük demokrasi vs vs vs bunlar güzel sözcükler.Ama özgür olmak için önce eşit olmak gerekir.
Ve milyonlarca insan 500 tl ye 1 ay çalışırken bu arkadaslar ayda trilyonlar kazanıyorsa bunların getireceği şeyden özgürlük çıkmaz.Çıksa bile bu sadece şeklen bir özgürlük olur.
Yani Bagdat caddesinde spor araba ile gezenleri izleme özgürlüğüdür bu.
Hepsi bu.
 
İşte nasıl insanlar oldukları bir kez daha görülüyor Erdem ama ikisinin anlaşamadığı da malesef gerçekler arasındadır..

--------------------------------------------------------

Atatürk ve Fevzi Çakmak'ın Rüyası

İstiklal Harbi günlerinde Sakarya Meydan Muharebe''lerinin en kritik dönemlerinde top seslerinin Ankara''dan duyulmaya başlandığı ve Büyük Millet Meclisi''nin Kayseri''ye nakledilmesinin bile düşünüldüğü günlerde Atatürk günlük çalışmalarının büyük bir kısmını yürüttüğü ve bugün müze olarak değerlendirilen Ankara Tren İstasyonundaki evde bir sabah erken kalktığı bir sırada Çavuş Ali Metin''e:

Acele olarak Fevzi Paşa''yı telefonla ara bul ve hemen buraya gelmesini söyle. Diyor.

Ali Metin Fevzi Paşa''yı telefonla arayıp bulduğunda Fevzi Paşa da Atatürk''ün yanına gelmek üzere hemen evden çıkmakta olduğunu söylüyor. Fevzi Paşa Atatürk''ün yanına girince Atatürk ona bir kâğıt kalem uzatıp:

Bugün gördüğün rüyayı yaz ve bana ver diyor.

Kendisi de bir kâğıt kalem alıp aynı şekilde o gün gördüğü rüyayı Fevzi Paşa''ya vermek üzere yazmaya başlıyor. Yazma işi bittikten sonra her iki Paşa da karşılıklı olarak yazdıklarını alıp okuyorlar ve okuma işi bittikten sonra birbirlerine bakıp sevinçle gülümsüyorlar.

Her ikisinin de yazdıklarını kendi kâğıtlarından okuyan Ali Metin her iki kâğıtta da şu rüyanın yazılmış olduğunu görüyor:

Hz.Peygamber (s.a.v) Efendimiz Hacı Bayrâm-ı Velî''ye diyor ki:

"-Mustafa''ya söyle korkmasın sonunda zafer onların olacak."

Bilindiği gibi aynı gecede rüyalarında Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimizi Hacı Bayrâm-ı Velîye bu sözleri söylerken gören o iki muzaffer kumandanın o günkü isimleri

''Mustafa Kemal''
ve
''Mustafa Fevzi''dir.
 
Abilerimin 2009 yılında ki konu ile ilgili yazılarını okudum benim görüşüm şöyle inönü ile atatürk arasında ki ilişki şu idi atatürk vahdetinden bile yararlanmak isteyen birisi olarak kafasında ki türkiye cumhuriyetine giderken sonuna kadar yararlandı artık zarar vermeye başlayınca görevden aldı arkadaşlık ilişkileri sizin bahsettiği gibi idi onun kafasında 100 milyonluk büyük türkiye hayali vardı dünyanın en sanayileşmiş ve ilerlemiş devleti bu yolda hemen herkesle konuştu her devletle şartlar içinde ışbirliği yaptı oldugunde biriktiği devlet 18 milyon nüfuslu avrupa sanayisine yaklaşmış bir türkiye cumhuriyeti idi devamını getiremediler durum budur aslında
 

Üst