Biz 15-16 oyuncusu olan bir takımız .Bunun içinde zaman içinde sakatlıklar, hastalıklar, rahatsızlıklar, formsuzluklar sebebiyle her oyuncunun dakikası değişiklikler gösteriyor ama az çok ne oynadığı kimin ne kadar oynadığı belli bir takımız. Şunu anlamak lazım bazı oyuncular çok oynayacak, bazı oyuncular az oynayacak, bazı oyuncular bazı gün daha çok oynayacak, bazı oyuncular bazı gün hiç oynamayacak. Yani her maça bir açıdan baktığın zaman, işte Spanoulis’i tutmak için ‘x-y oyuncuyu kullanamaz mıydık’ diye düşünebilirsin ama aynı zamanda saha için ribaund dengesini gözetmen lazım, saha içi adaleti de gözetmen lazım ,hücüm sahasında ne olduğunu ve oradaki yaratıcılık sebebini gözetmen lazım, maçın atmosferini, ambiyansını göz önünde bulundurman lazım. Bunların hepsini harmanlaman lazım. Bizim verdiğimiz karar tek bir parametreye göre değil, bütün parametleri görebildiğimiz değerlendirebildiğimiz, teknik ve idari ekibimizin tüm değerlendirmelerini içeren bütün paremetreleri en sağlıklı şekilde değerlendirip adaletli bir karar vermek. Biz adalet dağıtıcısı olmak zorundayız, bizim adaletimiz de bunu gerektiriyor. Hani bir açıdan bakarsan başka bir oyuncunun daha çok oynaması daha makuldür ama biz onun sayısız perspektiften ve noktadan bakıp kararını vermek durumundayız. X oyuncu niye oynadı, x oyuncunun yerine y oyuncu niye oynamadı diye sormanın bir manası yok. X oyuncu ile y oyuncu aynı pozisyonu mu oynuyor bir kere, x oyuncunun oynaması için z oyuncunun daha oynaması lazım, o zamanda z oyuncu daha az oynadı diye sormayacak mısınız? Her hafta bu tarz sorular geliyor, bunun mantığını anlamak lazım, bizi adalet dağıtıcısı olarak görmeniz gerekli. Tüm beraber geçirdiğimiz vaktin (idmanların ,maçların, seyahatlerin, yolculukların) tamamı içinde tüm parametreleri takım içi rol, sporcu karakteri, o maçın ambiyansı, paylaşım durumu, yorgunluk, formsuzluk, sakatlıktan başlayıp sayısını artırabileceğim parametre içinde bir karar veriyoruz. Tabi ki bu eleştiriye açık bir şey ama şunu hiçbir zaman unutmamak lazım bir pozisyonda oynayan oyuncunun oynaması için muhtemelen aynı pozisyonda oynayan diğer oyuncunun daha az oynaması lazım. Her hafta aynı soru geldiği için bunu özellikle belirtmek istedim, biz daha çok X oyuncu bu maçta az oynadı şeklinde sebep sormanızı değil de sistemsel yönlere ağırlık vermenizi rica ediyoruz.
Bir kere Göksenin’in oyun içindeki, saha içindeki hırsı ve mücadeleci kişiliği konusundaki fikre katiyen katılmıyorum. Göksenin bizim en hani futbol tabiriyle tekmeye kafayı sokan oyuncularımızdan biri. Bu şekilde kendine kimlik edinmiş bir oyuncu. Zaten 20 yaşındaki bir oyuncunun Euroleague’de süre alabilmesi için bu sertliği göstermesi şart. Başka türlü bu krediye asla sahip olamaz. Göksenin şimdiye kadar bir sürü büyük ismi çok iyi savundu. Bunun içinde Kerem Tunçeri’den Mire Chatman’a Spanoulis’ten Teodosic’e kadar, görev verildiğinde Kirilenko’nun cut eden pasının önüne tüm vücudunu attı, iki tane top çeldi, Cska maçının dönmesinde büyük katkılarda bulundu. Doğrudur bu maç özelinde en iyi maçını oynamadı Göksenin ama inandığı değer ve takımı için gözünü kapatıp vazifeden kaçmayacak bir adamdır, bir kere adamdır yani. Bu konuda hiç kimsenin şüphesi olmasın, oyuncunun doğası böyle, böyle bir oyuncu o, hiçbir zorluktan kaçmayan, hiçbir çalışma-efordan kaçmayan bir adam. Bu maç iki-üç pozisyonda Avrupa’nın en iyi 2-3 oyuncusunu 20 yaşında tutamamış diye Göksenin’in oyun karakterine dair bu şekilde konuşmanın bir manası yok. Çok net Göksenin beraber yola çıkılabilecek bir adam, oyuncu olmanın ötesinde bir adam.20 yaşında olmasına rağmen, sahada kalabilmesinin yolunu daha çok efor sarf ederek olacağının olgunluğunda bir adam.
Olympiakos ikili oyun savunmasını belirli bir tarzı olan ve çok katı bir şekilde kendi bir prensiplerine bağlı olan bir takım. Mobil olan uzunla yani Kyle Hines ile oynadıkları zaman çok adam değişme(switch) tekniğini kullanıyorlar. Dorsey, Papadopulos, Glynidiakis oynadığı zaman pick and rollü daha ziyade uzunu boyalı bölgenin içinde tutup, diğer oyunculardan da katiyen yardım etmeden 2’ye 2 savunmaya çalışan bir takım. Bu bir ekol, bunun doğrusu yanlışı yok. Bunlar bu şekilde savunuyorlar. Bizim maçta da çok fazla switch yapmadılar, özellikle ikinci maçta,birinci maçta cezasını iyi kestiğimiz için birçok noktada. Böyle olunca mümkün olduğunca 2 ‘ye 2 diğer oyuncuları dahil etmeden savunmaya çalıştılar. Dolayısıyla diğer oyunculardan gelmeyince biz de 2 ‘ye 2 oynamak zorunda kaldık, bu şekilde oyunu dikte edebildiler, biz diğer oyuncularımızı istediğimiz şekilde hareketlendirsek bile onlar oralardan yardıma gelmedikleri için topun tersinde bile kalsa 2’ye2 cezalandırmak istedik. Oralarda da Spanoulis iyi işler yaptı, müdafaa yaratıcılığı denen bir şey var, o müdafaa yaratıcılığı dahilinde pozisyon pozisyon çok iyi okuyarak zaman zaman uzunun ayağına düşerek zaman zaman topun üzerinde kalarak birçok problem yarattı. Bizim oyunumuz hareketli ve değişik oyuncuların pick and rollü üzerine kurulu, Spanoulis’in değil diğer oyuncuların tuttuğu oyuncularla da pick and roll oynamaya çalıştık ama zaman zaman başarılı olduk zaman zaman olamadık. Spanoulis’in pick and roll müdafaasında başarılı olduğu sahneler 2 ‘ye 2 kaldığı için, bizim diğer opsiyonlarımızın iyi işlemediği sahneler. Başka cezaları vardı, onları yeri ve zamanında çok iyi kesemedik. Bu tip oynayan takımlara karşı oynadığımız başka çalıştığımız yöntemler var ama çok başarılı olamadık. Müdafaa ile ilgili olan kısmı bu.
Hücumla ilgili olarak, Spanoulis yani mübalağasız söylüyorum, oynadığımız 16 maçta, yakın gözle analiz etme şansı olduğumuz tüm oyuncular arasında bence bu sene en efektif, en formda ve en iyi oynayanı. Bir kere çok büyük özellikleri var, en kuvvetli değil, en atlet değil ama en zekilerden biri ve en dengeli. Top elindeyken ve topsuzken çok becerikli, hücumda ve müdafaada efektif, sahanın iki yarısını oynayabiliyor, bütün takım onun eline bakarken öte yandan savunmada rakibin en önemli skoreri Lakovic’i savunma görevini layıkıyla yerine getiriyor. Kuvvetli bir enerjisi var, oyun içi karakteri çok düzgün ,çok kuvvetli bir lider karakteri var. O bir basket olup, sevindikten sonra takımın onunla beraber coşacak karizmaya sahip teknik olarak da yıllar içinde kendi üstüne koyduğu tecrübeyle neredeyse durdurulması en zor oyunculardan biri haline gelmiş. Benim açıkcası Cska’nın derin kadrosu, Siena, Barcelona bunların içinde baktığım bu sene içinde oynadığımız, gördüğümüz en iyi oyuncusu bence. Teknik olarak da şöyle yorumlayayım, her oyuncuyla oynayabiliyor, yani ikili oyunu Hines ile de oynayabiliyor, Dorsey ile de oynayabiliyor, Papadapulos’la da oynayabiliyor ,Glyniakidis’le de oynayabiliyor, Printezisle de oynayabiliyor, her oyuncunun istediği pası ona atabiliyor, bire bir çok becerisi var, screenlere bağımlı değil, bire bir her noktada adam eksiltebiliyor, sahanın değişik noktalarından değişik şekillerde iki tarafa doğru adam eksiltebiliyor, çok dengeli ve kuvvetini iyi ayarlayabildiği için sayı atarken sana aynı zamanda faul yaptırabilme şansına sahip, tek sayıda değil çok sayıda atış şekli olduğu için, dribbling üstü şutu var, sonuna kadar gitme becerisi var. İki tarafa doğru boyalı bölgede bitirebilme şansına sahip, çemberin etrafından değişik değişik atışlara sahip. Dolayısıyla tutulması her an daha da zorlaşan bir oyuncu, benim de saha içinde gördüğüm tutulması en zor isim Euroleague’deki. Onu değişik isimlerle yavaşlatmayı düşünmüştük, takım arkadaşlarını oyuna dahil etmesini engel olmak istemiştik. Zaman zaman Lakovic, zaman zaman Göksenin ve oyunun kırılma anlarında da Gordon ile tutmak istiyorduk, Gordon’un da sakatlanması elimizi kısalttı kritik anlarda. Spanoulis de tecrübesiyle her an daha da büyüdü ve gerçek lider olduğunu gösterdi. Euroleague de Spanoulis gibi adamların cenneti ve o yüzden Euroleague’de oynamak zor.
Tüm sorumluluk Lakovic’e kaldı, Gordon’un sakatlanması ve Ender’in de ciddi kramplarla maçı tamamlaması yüzünden, saha içinde yaratıcılık arz eden tek oyuncumuz Lakovic’ti. Belki maçın bu noktasında 3 tane topu yönlendiren isimle oynamak isterken, Lakovic haricindeki diğer oyuncularımızdan faydalanamadık bile kritik anlarda çeşitli problemler yüzünden. Dolayısıyla Lakovic üstünde çok büyük baskı oluştu rakip takım tarafından. Avrupa’nın en iyi koçlarından birinin olduğu takımla oynuyorsunuz ve o da tabiki bu durumu analiz edip Lakovic’in üstündeki baskıyı gerektiği zamanda arttırıp problem yarattılar. İkinci sebebi de biz ikili oyunlara bağımlı takım olduğumuz için rakip de boyalı bölgeyi çok iyi kapattığından, dış şutlara fazla bağımlı oynamak zorunda kaldık. Gene de buna rağmen oyunun genel ritmi yüksek olduğu için 81 sayıya ulaştık ama oyunun oynanma şekli tamamen Olympiakos’un lehine cereyan etti.
Biz müdafaa anlayışı olan bir takımız bizi analiz eden takımlar da bunun farkında. Rakibin çembere dikine gitmesini durduramadık, bunda Spanoulis’in yaratıcılığı, onların kitlendiği noktalarda İvkovic’in Papadopoulos’a dönüp sayı yöntemlerini değiştirmesi, maç içi yaşadığımız sakatlıklar gibi birkaç faktör sayabilirim. Olympiakos Euroleague’in en kapasiteli takımı değil ama en verimli takımlarından birisi, dolayısıyla böyle baktığımız zaman Spanoulis’in merkezinde olduğu her oyuncunun iyi kullanıldığı bir düzen var. Dorsey sınırlı bir oyuncu olmasına rağmen çok iyi kullanıldı, Printezis tek elini kullanabilmesine rağmen çembere yakın noktalarda top aldı, hem de alan savunması yaparken bile bunu yaptı. Maçın bütününde alan savunmasını bir silah olarak kullanmak istedik ama adapte oldular bu savunmaya ve bu da silah olmaktan çıktı maç içerisinde. Lakovic dipten 3’lük sokup fark 1’e kadar indi ama sürekli onlar kaçtı biz kovaladık, bir türlü maçın doğası değişmedi.
Biz maçın başında Olympiakos’un ilk bulduğu enerji ve atmosferle belirli bir noktada öne geçebileceğini düşünüyorduk. Onu da gerek savunma değişikliği yaparak, acele etmeden oynayarak dengeleyebileceğimizi düşündük. Nitekim alan savunması yaptığımız dönemde dengeyi sağlayabildik ama esas sorun onları yakaladığımız noktada bile onlar öndeydi. Sürekli oyunun kontrolü onlardaydı. İlk krizi iyi bertaraf ettik ama ondan sonra kendi sertliğimizi maçın devamında sergileyemedik ve kontrol de onlarda kaldı sürekli.
Caner’i değil de Haluk’u değerlendirdik 3 numarada o sakatlıktan sonra, Shipp de 2 numarada süre aldı zaman zaman bu maçta.
Ribaundlar ve top kaybı konusuna katılıyorum, maçı kaybetmemizin en önemli sebeplerindendi. O 2 parametre de çok önemli ve rakibimiz üstünlük sağladı.
Aslında benzemeye çalıştığımız bir organizasyon yok Avrupa’da. Çok değişik modeller var Avrupa’da ama Galatasaray Medical Park’ın da kendine has bir düzeni ve yaklaşımı olabileceğini düşünüyoruz. Başarılı olmak için mutlaka biri gibi olmaya gerek yok, en başarılı formüllerden bir harman yapılabilir, ayrıca bizde diğer kulüplerin bir çoğunda olmayan köklü tarih, spor kültürü, başka branşları olan bir spor kulübü olmamız, taraftarımızın çok olması gibi öğeler var. Bizim formülümüzü yaratan değişken ve etkenler bence Avrupa’nın hiçbir üst düzey kulübünde yok. Başka bir karma oluşturuyoruz, bazı konularda daha iyiyiz, bazı konularda daha kötüyüz ama o kulüplerin biri olabilmek için oralarda seneler boyu kalmak gerekiyor. Bu sene olsaydık elit kulüpler arasına girmeyecektik erkek basketbol adına Avrupa’da. Panathinaikos, Barcelona, Real Madrid, Siena, Maccabi gibi sayabileceğim bu tarz takımlar hep oralarda bulunmuş, iç saha kazanma oranları yukarılarda olmuş, final fourlar kazanmışlar, en değerli oyunculara sahip olmuşlar, orayla özdeşleşmiş oyuncular var, özdeşleştikleri salonlar var, hangi yerel kuvvetten destek aldığı, sponsorlarını belirgenleştirmiş gibi parametrelere sahipler. Bu sene top 8 yapsaydık da bu takımlar arasına şimdilik girmeyecektik, bunun için belirli senelerde isiktrarlı şekilde oralarda bulunmak, parçaların doğru şekilde takviye edilmesinden, bizi biz yapan değerlerden uzaklaşmadan yolumuza devam etmekten başka bir formül yok.